Saturday, October 28, 2023

Amaçlı İş Üzerine Düşünceler

 Amaçlı İş Üzerine Düşünceler1

Theodore John Kaczynski

Daha önce notlarımda, modern insanın hayal kırıklığına ve duygusal problemlere bu kadar teşne olmasının sebebinin teknolojik toplumda evrimin onu adapte ettiği yaşama, yani avcı-toplayıcı yaşama kıyasla oldukça anormal bir hayat tarzına sahip olması olduğunu söylemiştim. Hala aynı fikirdeyim. Fakat bunu böyle söylemek modern toplumdaki hangi faktörlerin psikolojik sorunların en önemli kaynağı olduğu sorusunu hala açık bırakmaktadır. İki temel problemin, A) hayatta gerçek bir amaca sahip olmamak ve B) şahsi otonomiye sahip olmamak olduğu sonucuna vardım. Modern toplumda tatmin olmayan insanların çoğu için en önemli faktörün, uzak bir farkla, amaç yoksunluğu olduğunu düşünüyorum. Benim de dahil olduğum bazı bireyler içinse şahsi otonomiye sahip olmamak daha önemlidir. (Ancak bu iki problem birbirinden tamamıyla bağımsız değildir.)

Burada tartıştığımız konu amaç problemidir. Takip eden satırlarda kanıtlanmamış bir takım ifadelerde bulunacağım. Bu ifadelerin mutlak bir kesinlikle doğru olduğunu söyleyemem. Fakat yorucu olmamak adına kanıtlanmayan ifadeler için kullandığım “fikrimce,” “bence,” gibi kelimeleri kullanmayacağım. Ayrıca takip eden tartışma öncelikle erkekler ile ilgilidir. Bu tartışmanın kadınlara ne ölçüde uygulanabileceği konusunda emin değilim.

İnsanların çoğunun (kişiden kişiye az ya da çok değişmekle birlikte) tatmin edici bir hayat sürebilmek için amacı olan bir çaba içinde olması gerekir. Amaç kelimesine dikkat edin. Kişinin yaptığı şeyin basit bir oyun olmadığını hissetmesi gerekir. Bulmaca çözmek, örneğin, belirli bir çaba gerektirir, fakat tatmin edici bir hayatın temeli olamaz çünkü bulmaca çözmenin dışsal bir hedefi yoktur. Kişi yalnızca bir şey yapmış olmak için bulmaca çözer. Aynı şey oyunlar ve genel olarak eğlence için de geçerlidir. İhtiyaç duyulan şey, makul düzeyde çaba ve disiplin gerektiren, amacı olan bir iştir.

Modern toplumdaki insanların çoğu için (aşağı yukarı normal olan fakat zorunlu olarak tatmin edici bir hayat sürmeyen insanlar) duygusal problemlerin çoğunun rahatsız edici olmasının sebebi bu insanların gerçek bir amaca sahip olmamalarından kaynaklanmaktadır. Bir amaca sahip olan ve bu amaca ulaşmak konusunda başarılı olduğunu hisseden bir kişinin morali yüksektir ve kişinin morali yüksekse zorluklara (fiziksel ya da psikolojik) katlanmak kolaydır. Bir kişinin işleri iyi gidiyorsa ve kişi bu işin değerli olduğuna inanıyorsa suçluluk duyguları, cinsel problemleri ya da karısı ile ilgili problemleri kendisi için o kadar önemli olmayacaktır. Bu hislere, diğer zorluklarla birlikte gönül rahatlığı ile katlanacaktır. Fakat amacı olmayan bir insanın morali düşük olacaktır ve hayatında bir boşluk olacaktır. Problemleri üzerinde düşünüp duracaktır ve yüksek bir morale sahip olan insan için önemli gözükmeyen problemler bu kişiyi ciddi manada rahatsız edecektir.

Avcı-toplayıcı yaşam tarzında, işi motive eden en önemli amaç yaşamın zorunlu ihtiyaçlarını ve bazı minimum düzeydeki konforları temin etmektir. Özellikle gıda. Bu yaşam tarzını bilmeyen insanlar bu hayatı kötü (zavallı) bir hayat olarak görürler ve bu görüş için takip eden fikirleri öne sürerler: a) avcı-toplayıcıların işi monotondur; b) bu iş zeka gerektirmez; c) işin amacı tamamıyla maddidir ve bu sebeple “yüksek değerler”den mahrumdur ve tatmin edici değildir; d) işin sonucu elde edilenler (elde edilen gıda miktarı vb.) oldukça az miktardadır, bu sebeple avcı işini cesaret kırıcı olarak görmektedir; e) avcı günlük yaşamaktadır ve uzun vadeli bir amaca sahip değildir.

Uzun süre geçimlik seviyede yaşamının verdiği şahsi tecrübelerime dayanarak söyleyebilirim ki, bu argümanlar avcı yaşamının psikolojisini tamamıyla yanlış anlamaktan kaynaklanmaktadır. Burada asıl amacım avcı-toplayıcılığı bir yaşam biçimi olarak savunmak değildir. Ancak yukarıda a’dan e’ye kadar verilen argümanları birer birer tartışacağım çünkü bu tartışma, ilkel yaşamdaki iş ve modern dünyadaki iş arasındaki farkları ortaya sermemize olanak sağlayacak.

a) “Avcı-toplayıcıların işi monotondur.” Avcılığın kendisi tipik olarak monoton değildir (ancak bazı koşullarda monoton olabilir) ve belirli bir yerde sabit olarak çalışmaktansa doğa içerisinde hareketli olmayı gerektirir. Öte yandan, bazı avcıların işi gerçekten monotondur (meyve toplamak, kökleri kazmak, hayvan derilerini yumuşatmak gibi). Monotonluk ideal bir durum değildir, fakat (ona alışkın olan birisi için) monotonluk işin değerini ortadan kaldırmaz ya da işi tatmin edici olmaktan çıkarmaz.

Ormana ilk geldiğim günlerde kulübeme odun çekme ve odunları ateş yakmak için kesme işini monotonluğu yüzünden can sıkıcı bulmuştum. Ancak bu işe alıştım ve ormandaki hayat tarzından aldığım tatmine gerçek bir katkı yaptığını düşünüyorum. Bu, işi yaparken zevk aldığım anlamına gelmiyor. Ancak iş monoton olsa da, bir amacı olduğu için beni sıkmıyor. Ve çok sayıda odun kesmek bana belirli bir başarı duygusu veriyor—yeteneğim konusunda bir gurur DEĞİL (sakat olmayan herkes odun kesebilir), fakat işe yarayan bir şey yapığım hissi. “İşe yarayan” dediğimde soyut bir takım felsefi nosyonlardan ya da benzeri saçmalıklardan bahsetmiyorum. Bu işi bitirmek buna değiyor ve işi yarıyor çünkü kış için yakacak bir şeye sahip olmanın tek yolu bu. Yüksek miktarda paraya sahip olsaydım ve tutumlu olmak zorunda olmasaydım, kendi odunumu kendim kesmezdim. Bunun bir anlamı olmazdı. Buna ihtiyaç olmadığı halde odun kesmek herhangi bir tatmin duygusu vermezdi. Yani, zengin olsaydım, bu tarz amacı olan bir işin verdiği tatmin duygusunu kaçırmış olurdum.

Bunu matematik hakkındaki hislerimle karşılaştırmama izin verin. Matematikte herhangi bir pratik uygulaması olmayan problemler çözdüm. Pratik uygulamaları olsaydı da bir şey fark etmeyecekti. Herhangi bir mühendislik firması teorilerimi belirli bir amaç için kullansaydı dahi, bu teorilerin şahsi olarak bana, aileme ya da arkadaşlarıma bir faydası olmayacaktı.

Matematiksel araştırma farklı yönleri olan ilginç bir işti. Heyecan vericiydi. Bazı problemler entelektüel yetilerimi sonuna kadar kullanmamı gerektiriyordu ve zor bir problemi çözdüğümde oldukça yoğun bir ego tatmini yaşıyordum. Fakat yaşlandıkça işin amaçsızlığına yönelik bir his beni artan oranda rahatsız etmeye başladı. Bir teoriyi kanıtladıktan sonra arkama yaslanıp düşünür ve kendi kendime şunları söylerdim, “Ne yani? Bu bana ne fayda sağlayacak? Şimdi gidip bir başka problem üzerinde çalışacağım. Ne için?” Böylece sonunda matematikten sıkıldım.

Matematik, müzik (dinlemek, çalmak, bestelemek), okumak (hafif, ciddi, kurgu, inceleme), para koleksiyonu, televizyon–bunların hepsi sonunda can sıkıntısına çıkar. Yakacak için odun kesmek ise, amacı olan bir iş olduğu için, asla can sıkıntısına sebep olmaz.

Bir diğer örnek: Kar tavşanları için sürekli olarak aynı yerde avlandım. Bu çok zor bir iştir çünkü tavşanların genellikle oldukça dik yamaçlarda avlanması gerekir. İlk avların verdiği heyecan çoktan bitmişti. Ancak yine de tavşan avlamak hoşuma gidiyor (odun kesmekten daha fazla olduğunu söyleyebilirim) ve odun kesmek gibi tavşan avlamak da bana hala sağlam ve derin bir tatmin duygusu veriyor. Eğer etsiz kalmanın sebep olacağı gerçek ve fiziksel zorluk olmasaydı tavşan avlamaktan çoktan sıkılırdım.

b) “Avcı-toplayıcıların işi zeka gerektirmez.” Avcı yaşamının bazı yanları pek zeka gerektirmez. Başka bazı yanları ise zekamızın tüm kapasitesi ile kullanılmasını gerektirir. (İnsanoğlunun büyük beyni boş yere evrimleşmemiştir.) Ancak bu zeka modern toplum için önemli olan zekadan farklıdır. Organize toplumda en çok saygı duyulan ve en faydalı zeka türü soyut, sözlü ya da sembollerin maniple edilmesi ile ilgili zekadır. (Bu benim en güçlü olduğum zeka türüdür.) Avcı yaşamında en önemli olan zeka türü sezgisel zekadır çünkü gerekli olan bilgi ve yetenekler tam anlamıyla sözlü olarak ifade edilemeyen ve aktarılamayan türdendir.

Ortalama bir avcı-toplayıcının modern bir mühendisle aynı seviyede yetenek ve bilgiye sahip olduğu söylenebilir. Fakat bu yetenek ve bilgiler oldukça farklı türdendir. Ancak ortalama bir avcının ortalama bir modern insana göre çok daha organize ve faydalı yetenek ve bilgiye sahip olduğu söylenebilir. Çünkü günümüzdeki çoğu insan (ortalama teknisyenler de dahil olmak üzere) yalnızca sınırlı miktarda yetenek veya bilgi gerektiren işler yaparlar ve çok az sayıda insan işlerinin gerektirdiği dışında şeyler öğrenir.

c) “Avcıların işinini amacı yalnızca materyalisttir ve daha yüksek değerler içermez. Bu sebeple işleri tatmin edici değildir.” Bu entelektüel snobluktur. Avcı-toplayıcıların materyalizmi ve modern toplumun (sözde) “materyalizmi” arasında bir ayrım yapalım.

Avcıların materyalizmi yaşamla ilgili fiziksel gereklilikleri karşılamaya ve avcının mutluluğunu ve fiziksel refahını gerçekten etkileyen bazı minimum konforları karşılamaya yöneliktir. Modern toplumun “materyalizmi” ise kişinin fiziksel refahına çok az katkı yapan ya da hiç katkı yapmayan lüksleri biriktirmeye yöneliktir. Lüksleri biriktirmeye yönelik çeşitli motivasyonlar vardır: Toplumsal statü arzusu, modern toplumda var olan sürekli bir eğlence ve kafa dağıtma ihtiyacı (lükslerin ne kadarının gerçekte birer oyuncak olduğuna yani eğlence için tasarlandığına dikkat edin), normalde boğulan psikolojik ihtiyaçların yapay olarak tatmin edilmesi (örnek: güçlü bir motosiklete binmek yapay bir güç hissi verir) ve alışverişin kendisinin de bir tür eğlence olması. Bu durumların hepsinde maddi ürünlerin fiziksel değil psikolojik amaçlar için alındığına dikkat edin. Bazı durumlarda ise maddi şeyler, modern toplumda hala bulunan bazı nadir fiziksel zorlukları ortadan kaldırmak için aranırlar. Fakat modern ürünlerin büyük çoğunluğu verecekleri psikolojik etki sebebiyle arzu edilirler. Bu anlamda modern “materyalizm” materyalizm değildir çünkü amacı fiziksel değil psikolojiktir. Her halükarda bu materyalizm ilkellerin materyalizminden oldukça farklıdır.

Entelektüellerin “saf materyalizme” yönelik hor görüsünün, çoğunun yalnızca minimum bir çaba karşılığı maddi şeyler ile donatılmalarından kaynaklandığını düşünüyorum. Örnek olarak gıdaya bakalım. Entelektüellerin gıda tedariki organize toplumun garantisi altındadır. Tabağı, günümüzde herkes için standart hale gelmiş çeşit çeşit lezzetle donatılmıştır. Gıdaya ulaşmak için kendisini zorlamasına gerek yoktur. Dolayısı ile yemekten yalnızca sığ ve sınırlı bir zevk alır, bu sebeple yemek yemeyi derin bir tatmin duygusu vermeyen aşağı ve sığ bir zevk olarak görür.

Fakat iyi gıda garanti olarak görülmezse ve iyi bir yemek gerçek bir çabanın sonucunda mümkün olabiliyorsa gıda gerçekten ruhu tatmin eden bir şeydir. Avcının gıdadan aldığı zevk yalnızca fiziksel değildir, aynı zamanda psikolojiktir ve yalnızca yemeğin kendisi ile bağlantılı değildir, yemeğin elde edilme süreci ile de alakalıdır: Eti avlamak ve meyveleri toplamak ile bağlantılı çaba ve disiplin ve muhtemelen insanlarda içgüdüsel olarak var olan doğa ile içli dışlı olmanın verdiği tatmin duygusu (bunlarda estetik bir boyut da vardır). Entelektüeller bu yaşam biçimini (ona alışacak kadar uzun bir süre) tecrübe etmiş olsalardı muhtemelen materyalizmi böyle hor görmeyeceklerdi.

Avcı ve toplayıcıların faaliyetlerinin kendisi materyalistik olmasına rağmen avcı-toplayıcıların sanatsal ve ruhsal bir takım faaliyetlere sahip oldukları da doğrudur. Diğer yandan, avcının sanatsal ve ruhsal ihtiyaçları onun materyalist endişeleri etrafında döner. Örneğin avcı-toplayıcıların çizimlerinde resmedilen hayvan ve bitkiler gıda için kullandığı türlerdir. Ve iddia edilebilir ki, bu materyalist yönelim onun ruhsal yaşamının değerini düşürmektense onu daha da yüceltmektedir. İlkel insanın yaşamının fiziksel, sosyal, ruhsal, sanatsal ve diğer boyutları birleşmiş bir bütünde toplanmış haldedir. Modern insanın yaşamının farklı yönleri bağlantılı değildir ve farklı kompartımanlara bölünmüş haldedir: gıdası emeğinin doğrudan bir ürünü değildir, tecrübe ettiği sanatsal ürünler kendi günlük işlerini ifade etmez, sosyalleştiği insanlar genelde beraber çalıştığı insanlar değildir ve benzeri.

Ormana çıkmadan önce mizah amaçlı karikatürler haricinde resim çizmezdim. Fakat kırlar kanıma işleyecek kadar uzun süre ormanda kaldıktan sonra en çok gördüğüm hayvanların resmini çizmeye ve onların heykelciklerini oymaya başladım. En önemli et kaynağım ve avlamakta en yetenekli olduğum hayvan kar tavşanıydı ve resmetmekten en fazla hoşlandığım hayvan da oydu. Kar tavşanının benim için hususi bir psikolojik önemi vardır ve onu çizmek için duyduğum arzuda, eski avcıların mağara duvarlarına o güzel resimlerini çizmekteki motivasyonlarını anladığımı söyleyebilirim.

d) “Avcının işinden elde ettiği kazanç o kadar azdır ki işini cesaret kırıcı olarak görmektedir.” Avcının işinden elde ettiği şey bize az görünebilir. Fakat genellikle yaşamasına yetecek miktarda şeyi elde ediyordur (aksi halde insanoğlunun soyu tükenirdi). Tüm beklediği ve alıştığı şey budur. Bu sebeple elde ettikleri ona az görünmez.

Başka bir bağlamda avcının emeğinin getirdikleri modern işçininkinden çok daha fazladır. Çünkü avcının işi hayatta kalmak ile açlıktan ölmek arasındaki farkı oluşturur. İşi sonucu elde ettiği şey hayatın kendisidir. Modern işçinin emeğinin sonuçları ise televizyon, klima ve benzerleri gibi oyuncaklardan ibarettir. Parası ile bu gibi şeyleri satın alır.

e) “Avcı günden güne yaşar ve uzun vadeli bir amacı yoktur.” Muhtemelen bu, büyük oranda doğrudur.

Çocukluk yıllarımda sıklıkla avcı/toplayıcı olarak yaşadığımı hayal ederdim. Hayalimde, böyle bir hayat tarzında kendimi beslemek için gerekli olan emeğin hayatımı dolduracak boyutta olmadığını düşünürdüm ve kendim için yapay uzun vadeli amaçlar hayal ederdim. Irmaklar üzerinde ilkel köprüler inşa etmek gibi örneğin. Bu köprülere ihtiyacım olacağını düşündüğümden değil, uzun dönemli bir amaca ihtiyacım olacağını düşündüğümden.

Şimdi, et için avlanmak, ot ve meyve toplamak, odun kesmek gibi şeyleri pratik zorunluluklar sebebiyle tecrübe ettikten sonra bu tarz yapay amaçları salakça görüyorum. Avda başarılı olup olmayacağınıza göre yiyecek etinizin olup olmayacağı belli oluyorsa, bu durumda amaç ve önem ile ilgili ihtiyacınız tam anlamı ile tatmin olmuş oluyor. Beş ya da on yıl sonraki bir amacı aramak bir ihtiyaç olmaktan çıkıyor. Hayatın zorunluluklarını karşılamak için gerçekten çaba harcamanız gerektiğinde başka hiçbir şey size daha önemli ve bir amaca matuf gelmiyor.

Medeni insanın uzun dönemli büyük amaçlara yönelik duyduğu ihtiyaç, önemli bir amacımız olduğunu hissetmek için amaçlarımızı büyütmek zorunda kalmamızdan kaynaklanıyor. (Fakat belirli bir şey için bir dönem çalışırız ve sonunda bu şeyi elde ettiğimizde ulaştığımız ödül onu elde etmek için harcadığımız zamana kıyasla saçma gelir.)

(Avcı-toplayıcı toplumlardaki ve medeniyetteki amaçlı çalışmayı karşılaştırıldığımız bölüm burada bitiyor.)

Biyolojik eğilimimizin –yani bizde içkin olarak var olan amacın– pratik, maddi ve fiziksel hedefler peşinde koşmak olduğunu söylüyorum. Fakat günümüzde pratik bir iş yapmak neredeyse imkansızdır çünkü her türlü pratik problemi çözen Sistem’dir. Sistem o kadar devasıdır ki herhangi bir bireyin sistemin pratik işleyişine katkısı sıfıra yakındır. Yani hiç kimse önemli pratik bir iş yapamaz. (Bu iddia oldukça basitleştirilmiş halde sunulmuştur fakat büyük miktarda doğruluk içerektedir ve bu makalenin temel temalarından birine işaret etmektedir.)

Bu (pratik, maddi hedefler peşinden gitme eğilimi), modern toplumda geçerli olan sözde materyalizmin sebebi olabilir. Çoğu insan maddi zenginliğin peşinden koşar çünkü maddi zenginlik onlar için pratik, fiziksel bir hedefi temsil eder. Bu insanlar, günümüzde zenginliğin eğlence ve toplumsal statü gibi yalnızca psikolojik tatminler verdiği gerçeğini düşünmezlerbunlar pratik hedefler değildir. (Çoğunluğun hiç analiz etmedikleri belirsiz bir amaçsızlık hissi ile acı çektiği söylenebilir.)

Günümüz zenginliğinin amaçsızlığının farkında olan bazı insanlar bulunmaktadır. Bu insanlar toplumun organize ettiği yapay hedefleri kabul ederlersanat, bilim, yardımseverlik vb. Fakat yine de, bu insanların çoğu için de yapay hedefler tam olarak tatmin edici değildir ve belirsiz bir rahatsızlık duyarlar. Can sıkıntısı çektikleri için psikolojik problemleri üzerinde düşünüp dururlar ve çoğunlukla hüsran dolu, mutsuz hayatlar yaşarlar.

Şimdi, önceki üç paragrafta özetlenen tezi daha detaylı bir şekilde geliştireceğiz. Belirli bir psikolojik özelliği tartışarak başlıyoruz.

Bazı insanlar diğer insanlara kıyasla daha fazla oranda sıkı organizasyon adını verdiğim bir psikolojik özelliğe sahiptir. Eğer bir kişi sıkı organize olmuş bir zihne sahipse sahip olduğu her bilgi; düşüncesi, hisleri ve davranışları ile sıkı bir entegrasyon içindedir. Eğer bir kişi gevşek organize olmuş bir zihne sahipse sahip olduğu birçok bilgi; düşünceleri, hisleri ve davranışları ile sıkı bir şekilde entegre olmamıştır. Sıkı organize olmuş bir zihinde sözlü bir şekilde ifade edilen inançlar ya da değerler, hisleri ve davranışları güçlü bir şekilde etkiler. Gevşek organize olmuş bir zihne sahip olan bir kişi sözlü olarak bazı inanç ya da değerlere sahip olduğunu ifade edebilir, fakat bu sözlü formülasyonlarla hisleri ve davranışları arasında bir bağlantı kuramayabilir.

Bazı örneklerle bu konuyu açıklayalım:

  1. X, kanun ve düzene inanmaktadır. Eğer sıkı bir şekilde organize olmuş bir zihne sahipse kendisi de kanunlara uymak için dikkat eder. Eğer gevşek şekilde organize olmuş bir zihne sahipse inançları ve eylemleri arasındaki çelişkiye bakmadan küçük hırsızlıklar yapabilir.

  2. X bir sınavda hile yapar ve o sınavdan A alır. X sıkı bir şekilde organize olmuş bir zihne sahipse aldığı nottan gurur duymaz, çünkü aldığı notun kendi gerçek başarısı olmadığını bilir. Eğer X gevşek organize olmuş bir zihne sahipse aldığı yüksek notun kendi başarısı olmadığının farkında olsa dahi aldığı notla gurur duyabilir.

  3. X eskorta gider. Kadın ilişkiden çok mutlu olmuş gibi davranır. Fakat X, onun bunu yalnızca para için yaptığını bilir. Eğer X sıkı organize olmuş bir zihne sahipse fahişeden aldığı zevk onun rol yaptığı bilgisi ile düşecektir. Eğer X gevşek organize olmuş bir zihne sahipse fahişenin rol yaptığı bilgisi onunla girdiği ilişkiden aldığı zevki etkilemeyebilir.

  4. Bir felsefecinin “doğrulanabilirlik ilkesi”ni kabul ettiğini düşünelim. Ya da, bu ilkeyi tamamen kabul etmiyorsa dahi en azından bir ifadeyi tam olarak anlamamız için bu ifadenin ne oranda “doğrulanabilir” olduğuna bakmamız gerektiğini kabul ediyordur.

Aynı zamanda bu felsefeci bazı politik prensipleri ve ideolojileri, bunları doğrulanabilirlik ilkesi ile incelemeden kabul edebilir.

Bu felsefecinin zihni sıkı bir şekilde organize olsaydı böyle bir incelemeden kaçınmazdı.

  1. Kendim bizzat gördüğüm bir örnek: Bir matematikçi “ciddi” müziğin “popüler” müziğe kıyasla çok daha üstün olduğuna inanıyordu. Bu fikrini, “sıradan insanın” popüler müzikten aldığı zevkin entelektüellerin “ciddi” müzikten aldığı zevkten çok daha düşük olduğu iddiası ile meşrulaştırmaya çalışmıştı. Fakat bu iddiayı destekleyen bir kanıtı yoktu. Yalnızca tahminde bulunuyordu. Kanıtlanmayan böyle bir ifadeyi bilimsel alanda asla kabul etmezdi. Fakat kendi şahsi ideolojisinde böyle bir ifadeyi kabul edebiliyordu.

Sıkı bir şekilde organize olmuş bir zihne sahip olsaydı düşünce yapısındaki baştan savmalığın farkına varabilirdi.

Bu örneklerin “sıkı” ve “gevşek” organize olmuş zihinler arasındaki farkı açık bir şekilde gözler önüne serdiğini düşünüyoruz.

İki noktaya değiniyoruz:

  1. Daha zeki insanlar daha sıkı organize olmuş zihinlere sahip olma eğiliminde olsalar da bunun bazı bireysel istisnaları olduğu görülmektedir. Anlaşılan zeka, organizasyonun sıkılığı ile katı bir ilişki içinde değildir.

  2. Sıkı organizasyon düşüncelilik, iç sorgulama ve kişinin kendi düşünce süreçlerini inceleme eğilimi ile yakın bir ilişki içindedir. Fakat sıkı organizasyonun bu diğer özelliklerle her zaman için birlikte geldiğine ikna olmuş değilim. Her halükarda sıkı organizasyon bu diğer karakteristiklerle aynı şey değildir. Örneğin, örnek 3’teki sıkı organize olmuş tepkinin düşünceli olmakla, kendini sorgulamakla ya da kişinin kendi düşünce sürecini incelemesiyle alakası yoktur.

Şimdi de sıkı organizasyonun amaç problemi ile olan bağlantısını inceleyelim.

(α) Normalin altında bir zekaya ve gevşek organize olmuş bir zihne sahip bir kişiyi düşünelim. Bu kişiye tahta blokları her gün belirli bir konfigürasyonda dizme görevi verildiğini düşünelim. Günün sonunda efendisi gelip tüm blokları tekrar yıkıyordur ve ertesi gün moronomuz blokları yeni baştan diziyordur. Bu kişinin yaptığı işin hiçbir şeye yaramadığını göremeyecek kadar aptal olmadığını düşünelim. Yine de yaptığı işten tatmin olması mümkündür. Her gün mutlu bir şekilde işine odaklanır ve bu işin bir amacı olup olmadığını umursamaz.

(β) Şimdi de bir zamanlar tanıdığım ve benimle planlarını paylaşan bir kişiyi ele alalım. Bu kişi amacının gelirini sürekli olarak artırmak olduğunu söylemiştir. Bunu neden yapmak istediğini sorduğumda cevabı şu olmuştu: “Ben ekonomi okudum! İnsanın ekonomik ihtiyaçlarının hiçbir zaman bitmediğini biliyorum. Ne kadar çok şeyim olursa olsun her zaman daha fazlasını isteyeceğim.” Zenginliğin sürekli olarak artmasının mutluluk ya da başka bir fayda getireceğini iddia etmedi. Zenginliği sürekli olarak artırmanın insanların oynadığı ve herhangi bir dışsal amacı olmayan bir oyun olduğunu anlamış gibiydi. Fakat bu, kendisini bu oyuna kaptırıp bir amaç hissetmeye çalışmaktan onu alıkoymuyordu.

(γ) Başka bir örnek için 1960’lı yıllarda tanıdığım soyut matematik alanında çalışan genç akademisyenlerden örnek verebilirim. Bu arkadaşlar, matematiğin dar bir alanında küçük bir grup uzmanı ilgilendiren ve pratik hiçbir uygulaması olmayan makaleleri birbiri ardına yayınlayıp dururlardı. Bu yaptıklarının amacı hakkında genelde hiç düşünmüyorlardı. Bu konu onlara sorulsa muhtemelen matematiğin “estetik” değerinden bahsedeceklerdi. Tabi ki, yayınladıkları makalelerin çoğunun iddia edilen estetik değerini yalnızca bu makaleleri okuyacak bilgiye sahip çok küçük bir grup uzman anlayabiliyordu. Bu konu hakkındaki açık soru şudur: Neden toplum bu arkadaşlara birbirlerinin iddia edilen estetik duygularını tatmin etmek için topluma hiçbir faydası olmayan makaleler üretmek üzere yüksek maaşlar ödemek zorundadır? Tahta blokları üst üste dizen moron gibi bu arkadaşlar da mutlu bir şekilde işlerine odaklanır ve ne başardıklarını umursamadan makale yayınlayıp dururlardı. Yeterince sıkı organize olmuş bir zihne sahip olsalardı kovaladıkları hedefin ne olduğunu önce kendileri belirlemeden işlerinin bir amacı olduğu duygusuna kapılmazlardı.

(δ) Şimdi daha karmaşık bir örneğe bakalım. Yaptığı iş açık pratik uygulamalara sahip bir bilim adamı. Amacını şu şekilde tanımladığını düşünelim: Teknolojik gelişmeye katkıda bulunarak insanlığa fayda sağlamak. (Şimdilik, teknolojik gelişmenin insanlığa fayda sağladığı iddiasının doğru olduğunu varsayacağız.)

İnsanların kendi aileleri ve yakın arkadaşları için iyilik yapma içgüdüsü vardır. Fakat insanların, tanımadıkları, daha önce hiç görmedikleri yabancılardan oluşan genel bir insanlık için iyilik yapmaya yönelik içkin bir dürtülerinin olmadığını söyleyebiliriz. (Tarihsel ölçekten bakıldığında oldukça yakın bir zamana kadar, insanların neredeyse tamamının şöyle bir tavrı olmuştur: “Önce ailem, sonra kabilem, sonra da milletim gelir. İnsan ırkının geri kalanının canı cehenneme.” İnsanlar için doğal ve içgüdüsel olan bu tavrı eleştirmiyorum.)

Peki, bilim adamının insanlığa faydalı olmak istemesinin sebebi nedir? Yapacak bir işinin olduğuna ve bu işin bir amacının olduğunu hissetmeye ihtiyaç duyar. İnsanlığa fayda sağlamaya karar vermesinin tek sebebi, amacı olan bir işe sahip olma ihtiyacını tatmin etmek içindir. Fakat bunun anlamı insanlığa faydalı olmanın bu bilim adamının gerçek amacı olmadığıdır—gerçek amacı bir işe sahip olma ihtiyacını tatmin etmektir. Başka bir deyişle, yalnızca çalışmış olmak için çalışmaktadır ve yaptığı işin hiçbir dışsal amacı yoktur. “İnsanlığa faydalı olmak,” yaptığı işin bir amacı olduğuna kendisini ikna etmek için uydurduğu yapay bir amaçtır.

Bilim adamımız düşünceli bir adam olabilir ve bu söylediklerimizin hepsinin farkında olabilir. Fakat yine de (belki de) mutlu bir şekilde işine odaklanıyor ve amaç meselesini aklına getirmiyordur. (Burada yine tahta blokları üst üste dizen moron ile karşılaşıyoruz.) Diğer yandan, bilim adamımız oldukça sıkı şekilde organize olmuş bir zihne sahipse amaç problemi aklından hiç çıkmayacak ve yaptığı işle tatmin olmayacaktır.

Yukarıdaki tartışma oldukça basitleştirilmiştir ve eksik yanları bulunmaktadır. Şimdi amaç problemini daha detaylı bir şekilde ele almayı deneyeceğiz.

Modern insanı kabaca iki türe ayıralım.

Tür 1. Rutin işlere sahip olan, yalnızca çalışmak zorunda olduğu için çalışan, işinde daha iyi olmak için çaba sarf etmeyen ve yaptığı işle alakalı hırsları olmayan kişiler.

Tür 2. Kariyer insanları. Hırsları olan, yaptığı iş için çaba harcayan ve yaptığı işte daha iyi olmak isteyen kişiler. İkinci türdeki insanlara, amacı olan bir iş yapma ihtiyaçlarını hobiler, yardımseverlik ve benzerleri gibi para kazandırmayan faaliyetler ile tatmin etmeye çalışanları da ekleyebiliriz.

(Elbette bazı kişiler Tür 1 ve Tür 2’nin bir karışımı olabilir. Fakat bu, argümanımızı haksız çıkarmaz.)

İlk olarak Tür 1’i inceliyoruz. Bu kişiler yalnızca başkasına muhtaç olmamak adına çalışırlar. Çalışmalarının tek amacı budur. Cezalandırılmamak adına çalıştıklarını hissederler, herhangi bir şey kazanmak ya da ödül kazanmak için değil. Kendi şahsi gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim ki, Tür 1 içinde yer alan çalışanların morali oldukça düşüktür. Bu her zaman böyle olmayabilir—bazı şirketlerde insanların morali yüksek gibiydi. Ancak Tür 1 tarzındaki işler yalnızca en uyuşuk ve hırsı olmayan kişiler için hayatta bir amaç sahibi olma ihtiyacını tatmin edebilir.

Tür 1’deki çalışanların işlerine karşı daha pozitif bir tavra sahip olmalarını sağlamak için çeşitli manipülatif numaralar denenir. Örneğin, eskiden her bir çalışanın telefon rehberinin yalnızca bir bölümünü oluşturduğu bir şirket, şimdi her çalışanına telefon rehberinin tümünü oluşturtmaktadır. Ve bunun, yaptıkları işte çalışanlarına bir şey başardıkları duygusunu vereceğini düşünmektedir. Bu durum, hastalıklı bir şaka gibidir. Bu tarz ucuz numaraların başarılı olması çok daha kötü olurdu. Şirketlerin insanları bu şekilde maniple etmesindense işlerinde mutsuz olmaları daha iyidir.

Her halükarda bir çalışan işinden gurur duymaya, onu daha iyi yapmak için uğraşmaya ya da işi ile ilgili hırslara sahip olmaya başlarsa bu durumda bu kişi Tür 2’ye girer. Şimdi bu kategoriyi tartışacağız.

Tür 2. Kariyer çalışanları. Öncelikle, genel olarak “pratik” diyebileceğimiz işlere sahip kariyer çalışanlarını tartışarak başlayacağız. Bu tarz bir işçiye kısa olması için PKÇ (Pratik Kariyer Çalışanı) adını vereceğiz. Daha açık olmak için örnek olarak bir uçak mühendisini alacağız. Bu kişinin bir uçağın tasarımını geliştirdiğini düşünelim. Bu işi yaparken sahip olduğu amaç nedir? Görünüşte amaç daha verimli bir uçak yapmaktır. Pratik bir

[sayfalar burada sona ermektedir]


NOT

1Theodore John Kaczynski’nin yarım kalmış bir el yazmasının (“Reflections on Purposeful Work”) Karaçam tarafından yapılmış Türkçe çevirisidir. Muhtemelen metin 1978 – 1979 yıllarında yazılmıştır. Okuyucu bu metnin tam olmadığını ve yayınlanmak üzere hazırlanmadığını aklında tutmalıdır. Orijinal el yazması takip eden linktedir: https://drive.google.com/file/d/1kasfo_yycshHbSmIhhGJ5svOKD6I7xdk/view