Sunuşi
Sunuş bölümü Naturaleza Indomita’nın bu metin için yazdığı İspanyolca sunumun Türkçe çevirisidir. Orijinal metin takip eden linktedir: https://www.naturalezaindomita.com/textos/crtica-de-la-civilizacin-y-del-sistema-tecnoindustrial/desmintiendo-el-desacoplamiento
Aşağıdaki
metnin yalnızca bir çeviri değil, aynı zamanda orijinal metnin
bir uyarlaması olduğunu belirterek başlamalıyız. Orijinal
metinde, metnin
anlaşılması için gerekli olmayan ve bu
çeviride çıkarılmış olan bazı ekler (kaynakçayı
özetleyen bir takım tablolar)
vardı. Bundan daha da
önemli olmak üzere, yazarlar
orijinal metne son şeklini verirken bazı
kısımları metnin son halinden yanlışlıkla çıkarma hatasında
bulunmuşlar. Tam metni
içeren orijinal nüshayı
bulamadık. (Anlaşılan
tam metni içeren bir nüsha hiçbir yerde mevcut
değil.)
Dolayısı ile, söz
konusu eksikliklerin anlaşılmaz hale getirdiği bazı parçaları
metinden kaldırmak
ve bazılarını da
anlaşılır kılmak için rötuşlamak
zorunda kaldık. Bu
nedenle okuyucu, burada
sunulan metnin yazarların elinde olan tüm veriyi içermediğini
dikkate almalıdır.
Bu
metni çevirip yayınlamaya karar vermemizin nedeni, bu
metnin; “ayrıklaştırma”,
“yeşil büyüme” ya da bunlara
dayanan “sürdürülebilir
kalkınma” gibi kavramların neden
materyalist ve asgari
düzeyde bilgi içeren bir perspektiften bakıldığında tam bir
saçmalık olduğuna dair bazı ampirik veriler sunmasıdır.
Fiziksel yasaları ve
maddi sınırları göz ardı eden herhangi
bir politikanın,
en ufak bir zekaya sahip herkes tarafından ciddiye alınmaması
gerekir. Bu tür
fikirlerin (ayrıklaştırma, sürdürülebilir kalkınma vb.) günümüz
tekno-endüstriyel toplumunda sık
sık ortaya atılması ve
mantıklı kabul edilmesi, bu toplumsal
sistemin mantıksızlığı ve yöneticileri
de dahil olmak üzere üyelerinin
çoğunun cehaleti ve aptallığı hakkında çok şey
söylüyor.
Bununla
birlikte metin, bu
konuya
göz ucuyla
değiniyor da olsa,
Doğa’nın çeşitli
yasalar ile korunma altına alınmasının etkili bir politika
olduğuna ve Doğa’nın bu şekilde uzun vadede korunabileceğine
dair ciddi şüpheler
uyandıran veriler de
sunmaktadır.
(Özellikle
"meta sınırı"
kavramı
ve "maliyetlerin yer değiştirmesinden" söz ettiği
bölümlerde.)
Ya da hizmet sektörünün
faaliyetlerinin (örneğin “ekolojik” turizm) etkisinin Doğa’nın
korunması bağlamında ne ölçüde hafife alındığına dair
soruları da gündeme getirmektedir.
Ancak,
bu çalışmayı yeşil
büyümenin ilerici
saçmalığı hakkında iyi bir veri kaynağı olarak görmemiz,
yazarların tüm değerlerini ve çıkardıkları
tüm sonuçları kabul
ettiğimiz anlamına gelmiyor.
Ne yazık ki yazarlar,
tedrici
ve barışçıl küçülme ve mevcut tekno-endüstriyel sistemin
aşıra nüfusa sahip endüstriyel ve devasa bir sistem olmaya devam
ederken "sürdürülebilir",
"durağan" bir
hale getirilebileceği
gibi aynı derecede saçma ve ilerici şeylere inanmaktadırlar.
Ekonomik ve maddi büyümeye yönelik
bu tarz eleştiriler
hiçbir zaman modern teknolojiyi ve onun gelişimini gerçekten ve
net bir şekilde sorgulamazlar. Yalnızca, teknolojinin ekolojik
sorunları her zaman çözmediğini (ne
zaman gerçekten bu sorunları çözdüğünü ise söylemezler)
ve mevcut "teknolojik inovasyon"
kapasitesinin ekonomik büyümeyi ekolojik etkilerden ayıracak kadar
hızlı, derin ve etkili olmadığını ve muhtemelen de
hiçbir zaman olamayacağını
söylerler.
Toplumsal
gelişmeyi ya da büyümeyi kendi başına sorgulamazlar,
yalnızca ekonomik ve maddi büyümeyi sorgularlar.
(Böylece
kendi araştırmalarının sonuçlarının ima
ettiği şeyi, yani maddi
gelişme olmaksızın maddi olmayan gelişmenin olamayacağını
gözden kaçırırlar).
Ekonomik büyümenin ekolojik etkiler,
enerji ve malzeme tüketiminden
ayrıştırılabileceğine
dair irrasyonel inancı, “toplumsal
refah,” teknolojik gelişme ve toplumsal karmaşıklaşmada
gerçekleşen büyümenin
ekonomik ve maddi
genişlemenin
ve bunların ima ettiği etkilerin durdurulduğu ve hatta tersine
çevrildiği bir durumda dahi devam ettirilebileceği gibi başka bir
irrasyonel inanç ile ikame ederler.
Başka bir deyişle, "refah” ve “iyi yaşam”ın
ekonomik büyümeden ayrıklaştırılabileceğine
inanırlar
ve önerdikleri alternatif (küçülme/degrowth),
tekno-endüstriyel sistem tarafından
çerçevelenmiş ve kısıtlanmıştır
ve bu sistemin
mevcudiyetini
kesin ve tartışılmaz
bir şekilde kabul eder.
Ki aslında önerdikleri küçülme politikasının amacı bu
sistemin devamlılığını sağlamaktır.
Bununla
birlikte yazarlar, diğer
birçok küçülme
taraftarında da görüldüğü
gibi, tekno-endüstriyel sistemin çöküşünü “insan
uygarlığı”nın yok oluşuyla karıştırmaktadırlar.
Ayrıca naif bir şekilde,
genel olarak toplumsal
sistemlerin (ve özel olarak günümüzün tekno-endüstriyel
toplumunun) evriminin tekno-bilimsel, politik, ekonomik ve toplumsal
yöntemler
yoluyla öngörülebileceğine ve bilinçli
bir şekilde
planlanabileceğine, kontrol edilebileceğine ve
yönlendirilebileceğine
inanırlar. Böylece
gelişmenin kendisinin ima
ettiği ekolojik ve toplumsal
sorunlar (ki bu sorunların
çoğu toplumsal gelişmenin ortaya çıkardığı
arzu edilmeyen,
öngörülemeyen ve doğası gereği tahmin
edilemeyen sorunlardır)
öngörülecek
ve önlenecektir.
Ayrıca yazarlar toplumsal olanı
ekolojik olandan (örneğin ekolojik sorunları çevre sorunlarından
ya da ekolojik etkileri fakirlikten ve adaletsizlikten) ayırt etme
kabiliyetine sahip değildirler.
Yazarlar hiçbir
şekilde, yeşil büyüme ya da küçülmeden veya
tekno-endüstriyel toplumu bir şekilde "sürdürmekten"
başka bir seçenek daha
olduğunu dikkate almıyorlar.
Hiçbir zaman
tekno-endüstriyel
toplumu kurtarmaya çalışmaktan vazgeçmenin ve hatta aktif olarak
onu yok etmeye çalışmanın bir
alternatif olabileceğinden bahsetmiyorlar.
Ki bu seçeneği başarılı
bir şekilde hayata geçirmeye çalışmak, ayrıklaştırma ya da
küçülme yolu ile tekno-endüstriyel sistemi hayatta tutmaya
çalışmaktan çok daha uygulanabilir olacaktır. Ayrıca
bu yöntem,
ekolojik etkilerin
büyük çoğunluğunu
önlemenin veya azaltmanın gerçekten etkili ve başarılı tek yolu
olacaktır. Çünkü yazarlar, ekolojik etkilerin, metinde ekonomik
büyüme ile ilgili olarak belirtilen nedenler yüzünden,
yani fizik kanunları yüzünden,
modern teknoloji ve ona dayalı toplumun mevcudiyeti
ve gelişimi ile kaçınılmaz olarak bağlantılı olduğunu
göz ardı etmektedirler.
Yeşil Büyümenin Çürütülmesi
Yeşil büyümenin sürdürülebilirliğin tek stratejisi olarak kabul edilmesine karşı kanıtlar ve argümanlar
Parrique T., Barth J., Briens F., C. Kerschner, Kraus-Polk A., Kuokkanen A., Spangenberg J.H.
Temmuz 2019
Özet
Hem ekonomik büyüme hem de çevresel sürdürülebilirlikten faydalanmak mümkün mü? Bu soru, yeşil büyüme ve post-büyüme taraftarları arasındaki keskin politik tartışmanın konusunu oluşturuyor. Geçen on yılda yeşil büyüme BM, AB ve başka birçok ülkedeki politika yapıcı nezdinde açık bir egemenlik kazanmıştır. Buna göre, çevresel baskıları gayrı-safi milli hasıla (GSMH)’dan ayrıklaştırmak sonsuza kadar gerçekleşecek büyümenin anahtarı olacaktır.
Karşı karşıya bulunduğumuz problemler düşünüldüğünde bu ayrıklaştırma hipotezinin doğru olup olmadığını bilimsel olarak değerlendirmek oldukça önemlidir. Bu rapor, ampirik ve teorik literatürü değerlendirerek bu hipotezin geçerli olup olmadığını incelemektedir. Sonuç gayet açıktır: Ekonomik büyümenin çevresel baskılardan ayrıklaştırıldığını ve bunun çevresel bir yıkımı engelleyecek şekilde gerçekleştiğini gösteren bir kanıt hiçbir yerde bulunmadığı gibi, aynı zamanda ve belki daha önemli olmak üzere, böyle bir ayrıklaştırmanın gelecekte gerçekleşmesi de ihtimal dahilinde gözükmemektedir.
Bu bulguların politika oluşturma sürecinde yapacağı etkiler acil bir şekilde değerlendirilmeli ve yüksek tüketim düzeyine sahip ülkelerde sürekli bir ekonomik büyümenin kovalanmasından vazgeçilmelidir. Daha açık olarak, verimliliği artırmaya yönelik mevcut stratejilerin yeterliliğe yönelik bir çaba ile desteklenmesi gerekir. Birçok sektörde ekonomik üretimin tüketim ile birlikte düşürülmesi gezegenin ekolojik limitleri içerisinde iyi bir yaşamın sağlanması için zorunludur. Bu raporun yazarlarının görüşüne ve eldeki en iyi bilimsel kanıtlara göre, sadece bu tarz stratejiler AB’nin ihtiyat prensibine uymaktadır. Bu prensibe göre riskler yüksek ve sonuçlar belirsiz olduğunda ihtiyatlı tarafta kalmak gerekir.
Ayrıklaşmanın, ekonomik büyümeyi göz önüne almadan çevresel baskıları gerektiği şekilde azaltmak için kendi başına yeterli olmaması ve olmayacak olması çevresel baskı eğrisini GSMH eğrisinden ayırmak anlamında ayrıklaştırmaya ya da ayrıklaştırma amaçlı alınan önlemlere karşı çıkmayı gerektirecek bir sebep değildir. Tam tersi, bu tarz önlemler olmadan içinde bulunduğumuz durum daha kötü olacaktır. Fakat politika yapıcıların mevcutta yalnızca yeşil büyümeye odaklanmalarından endişe duymak için yeterli bir sebeptir. Çünkü bu, yeterli ayrıklaşmanın ekonomik üretim ve tüketime herhangi bir sınır getirmeden artan verimlilikler ile gerçekleştirilebileceğine dayalı yanlış bir varsayıma dayanmaktadır.
Temel Bulgular
Ayrıklaşma konusunu tartışmak özenli bir analitik çerçeve gerektirmektedir. Ekonomik faaliyetler ve çevresel baskıları ve aynı zamanda bunların gelişimini ölçmekte kullanılacak göstergelere bağlı olarak, ayrıklaştırma farklı şekillerde karakterize edilebilir. Küresel ya da yerel, görece ya da mutlak, alan ya da kullanım bazlı olabilir; kısa ya da uzun vadede gerçekleşiyor olabilir. Bunlarla aynı önemde olmak üzere, ayrıklaşmanın adalet ile alakalı endişeleri de denkleme dahil edecek şekilde ilgili çevresel eşikler, politik hedefler ve küresel sosyo-ekonomik bağlam perspektifinde değerlendirilmesi gerekir.
Yeşil büyüme anlatısının geçerliliği ekonomik büyümenin tüm kritik çevresel baskılardan mutlak, sürekli, küresel, geniş ve hızlı bir biçimde ayrıştırılabileceği varsayımına dayanmaktadır. Ancak literatür açık bir şekilde göstermektedir ki bu tarz bir ayrıklaştırmanın şu anda gerçekleştiğine dair herhangi bir ampirik kanıt bulunmamaktadır. Bu durum malzeme, enerji, su, sera gazları, toprak, suyu kirleten maddeler ve biyoçeşitliliğin kaybolması alanlarının hepsi için geçerlidir. Bu alanların tümü için ayrıklaştırma ya yalnızca göreceli ve/veya geçici olarak gözlenmektedir ve/veya yalnızca yereldir. Çoğu durumda ayrıklaştırma görecelidir. Ayrıklaştırma gerçekleştiğinde bu, yalnızca kısa sürüler için, sınırlı sayıdaki kaynak ve etki biçimlerinde, belirli lokasyonlarda ve oldukça düşük yeterlilikte gözlenmektedir.
Yeterli boyutta ayrıklaştırmanın gelecekte gerçekleşeceğinden şüphe duymamıza sebep olan en az yedi sebep bulunmaktadır. Bu yedi sebebin her biri tek başına ele alındığında, yeterli düzeyde bir ayrıklaşmanın, yani “yeşil büyümenin” mümkün olduğuna dair büyük şüpheler oluşmaktadır. Bu yedi sebep topluca ele alındığında ise, ayrıklaştırma sayesinde ekonomik büyümenin çevresel baskıları artırmadan devam ettirileceğini düşünmek oldukça şüpheli hatta gerçek dışı olmaktadır.
1. Artan enerji harcamaları. Belirli bir kaynak çıkarılırken daha ucuz opsiyonlar öncelikli olarak değerlendirilir. Dolayısı ile kalan kaynakların çıkarılması daha fazla kaynak ve enerji gerektiren bir sürece dönüşür. Böylece birim başına çıkarılan kaynak için gerçekleştirilen çevresel tahribat artar.
2. Geri tepme etkisi. Verimlilik artışı ile gerçekleştirilen iyileştirmeler, genellikle, tasarruf edilen kaynakların ya da paranın ya kısmen ya da tamamen aynı tüketim sürecinde (daha az yakıt tüketen bir aracı daha fazla kullanmak gibi) ya da başka etkileri olan tüketim süreçlerinde (yakıt verimliliği ile tasarruf edilen paranın uzak tatiller için uçak bileti almakta kullanılması gibi) kullanılmasına yol açar. Verimlilik artışı aynı zamanda ekonomide daha yüksek tüketimi tetikleyen yapısal değişimlere de sebep olabilir. (Yakıt verimliliği daha yüksek olan araçlar, toplu taşıma ya da bisiklet gibi daha yeşil alternatiflerin hilafına taşıt bazlı taşıma sistemini güçlendirebilir.)
3. Problemin değişmesi. Belirli bir çevre problemini çözmek için geliştirilen teknolojik çözümler yeni problemler yaratabilir ve/veya mevcutta bulunan diğer problemleri daha da kötüleştirebilir. Örneğin elektrikli özel araçların üretilmesi lityum, bakır ve kobalt kaynakları üzerinde baskı oluşturmaktadır. Biyo-yakıt üretimi toprak kullanımı ile ilgili endişeleri artırmaktadır. Nükleer güç üretimi, nükleer risk ve nükleer atıkların “imha” edilmesi ile ilgili endişeleri artırmaktadır.
4. Hizmet sektörünün etkilerinin küçük görülmesi. Hizmet sektörü yalnızca maddi ekonomi sayesinde var olabilir, ona rağmen değil. Hizmetlerin, maddi ürünlerin etkisinin üzerine eklenen, onları ortadan kaldırmayan ve yadırganamayacak etkileri vardır.
5. Geri dönüşümün sınırlı potansiyeli. Geri dönüşüm oranları halihazırda düşüktür ve çok yavaş bir şekilde artmaktadır. Geri dönüşüm süreci, genellikle, hala yüksek miktarlarda enerji ve hiç kullanılmamış ham madde gerektirmektedir. En önemlisi, geri dönüşüm, genişlemekte olan bir ekonominin ihtiyaç duyacağı kaynakları karşılamakta yetersizdir.
6. Yetersiz ve uygunsuz teknolojik değişim. Teknolojik gelişme ekolojik sürdürülebilirlik için önemli olan üretim faktörlerini hedeflememekte ve çevresel baskıları düşüren yeniliklere yol açmamaktadır. Diğer istenmeyen teknolojilerin yerini almakta başarılı değildir. Yeterli bir ayrıklaştırmayı mümkün kılacak hızda değildir.
7. Maliyetin yer değiştirmesi. Bazı yerel örneklerde gözlemlenen ve ayrıklaştırma adı verilen durumlar, genellikle, çevresel etkilerin uluslararası ticaret yolu ile yüksek tüketim seviyesine sahip ülkelerden düşük tüketim seviyesine sahip ülkelere taşınmasıdır. Toplam etkiler açısından baktığımızda daha az iyimser bir tablo ortaya çıkmaktadır ve tutarlı bir ayrıklaştırmanın gelecekte gerçekleştirilme ihtimaline dair şüphelerin artmasına sebep olmaktadır.
Bu rapor çevresel politikaların tasarımı ve değerlendirilmesine yardımcı olmak ve bu süreci bilgilendirmek için yeni bir kavramsal alet kutusunun geliştirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Politika yapıcıların, çevresel çöküşü önlemek için en zengin ülkelerdeki ekonomik üretim ve tüketimi doğrudan azaltmak gerekebileceğini kabul etmeleri gerekir. Başka bir deyişle, verimlilik odaklı politikaların yeterlilik odaklı politikalar ile tamamlanması gerekir. Ve, iki yaklaşımın da oynayacak rolü olmasına rağmen, öncelik ve vurgu birincisinden ikincisine kaymalıdır. Bu perspektiften bakıldığında, politika yapıcıların, yeşil büyümenin alternatiflerinin geliştirilmesine daha fazla dikkat ve destek vermeleri acil bir öneme sahiptir.