Saturday, February 6, 2021

J.N.’ye Mektup (29/04/2001) – Theodore John Kaczynski

 

Çeviren: Karaçam (Ocak 2021)

vahsikaracam.blogspot.com

karapinusnigra@gmail.com



Çeviriye Esas Alınan Metin: Technological Slavery, Fitch & Madison Publishers, 2019

Extract from Letter to J.N. (sayfa: 245-256)

 

PDF Formatı



Takip eden alıntının yalnızca çok küçük bir bölümü değiştirilmiştir, fakat notlar büyük oranda genişletilmiştir.

Şöyle yazıyorsun: “Amazon yerlileri ile ilgili bir belgesel izledikten sonra, yaşamlarının en az modern insanlar kadar programlı olduğunu gördüm... günleri en az bir ofis çalışanın günü kadar programlanmıştı.”

Bu sonuca izlediğin bir tane belgesel sonucu vardın. Biraz aceleci olduğunu söylemem gerekir. Bu kabile hakkında bir yorum yapamam çünkü onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Hangi kabile olduğunu bile söylememişsin.

İlkel halkların tümünün hayatlarının bizden daha az programlı olduklarını söyleyecek değilim. Aino’larda (eskiden Japonya’nın bir bölümünde yaşamış olan, yerleşik yaşayan bir avcı-toplayıcı halk) ritüel zorunluluklar öylesine ayrıntılı ve çoktu ki, sıklıkla ciddi rahatsızlıklara sebep olan ağır bir psikolojik yük oluşturuyorlardı. 19. yüzyılın başında Kuzey Amerika Yerlileri ile yaşayan bir kişi, onların, “kişisel özgürlük için her türlü fedakârlığı yapmaya hazır kişiler olarak yetiştirilen bireylerden oluşan” bir topluluk olduklarını söylemektedir. “Kızılderililer bireysel olarak kendilerinden üstün hiç kimseyi tanımazlar, ne de herhangi bir hükumete bağlıdırlar... Savaşçılar köylerindeyken hiçbir şeye kulak asmazlar, özgürlüklerine aşırı derecede düşkündürler ve beraberce, doğal haklar ile belirlenmiş bir eşitlik içerisinde yaşarlar... Yönetim biçimleri bazı açılardan demokratik tarza benzese de, yine de çoğunluk azınlığı kendi isteklerine boyun eğdiremez.”

Tabii ki, modern zamanlardan önce özgürlüğün, günümüzde çoğu zaman yapıldığı gibi, amacı olmayan hedonist faaliyetler içinde boş bir şekilde zaman geçirme özgürlüğü olarak algılanmadığını anlaman gerekir. Hayatta kalmanın çaba ve kişisel disiplin gerektirdiği herkes tarafından kabul edilen bir şeydi. Fakat küçük bir grubun hayatta kalmak için kendisine uyguladığı disiplin ile, dışarıdan, büyük organizasyonlar tarafından uygulanan disiplin arasında büyük farklar vardır.

Bu metin daha uzundur, metnin tamamına erişmek için yukarıdaki PDF Formatı linkine tıklayınız.

_______________________________________________________


Karaçam

karapinusnigra@gmail.com

M. K.’ye Mektup – Theodore John Kaczynski

 

Çeviren: Karaçam (Ocak 2021)

vahsikaracam.blogspot.com

karapinusnigra@gmail.com



Çeviriye Esas Alınan Metin: Technological Slavery, Fitch & Madison Publishers, 2019

Excerpts from Letter to M.K. (sayfa: 257-264)



Medeniyet problemi ile teknoloji problemi aynıdır. Öncelikle şunu açıklamama izin ver. Teknoloji dediğimde yalnızca aletler ve makineler gibi fiziksel araçlardan bahsetmiyorum. Aynı zamanda kimya, inşaat mühendisliği, biyo-teknoloji gibi teknikleri de buna dahil ediyorum. Bunlara, tüm bir teknolojik sistemin üzerinde yükseldiği fiziksel araçlar –aletler, makineler ve yapılar– olmadan gelişmiş bir seviyede var olamayacak olan propaganda, eğitim psikolojisi gibi insani teknikler ve organizasyonel teknikler dahildir.

Kelimenin geniş anlamıyla teknoloji yalnızca modern teknolojiden oluşmaz, aynı zamanda daha eski toplumsal aşamalarda var olmuş teknikler ve fiziksel araçlar da teknolojiye dahildir. Örneğin sabanlar, hayvanlar için koşum takımları, demircilerin araçları, bitki ve hayvanların evcilleştirilmiş türleri ve tarım, hayvancılık ve metal işleme ile ilgili teknikler. Eski medeniyetler bu teknolojilere ve aynı zamanda yüksek sayıda insanı yönetmek için gerekli olan organizasyonel tekniklere dayanmışlardır. Medeniyetler, üzerinde yükseldikleri teknolojiler olmadan var olamazlar. Diğer bir açıdan, eğer teknoloji varsa medeniyet de er ya da geç onunla birlikte ortaya çıkar.

Dolayısı ile medeniyet problemi teknoloji problemi ile eşit olarak görülebilir. Teknolojiyi ne kadar geri götürmeyi başarabilirsek, medeniyeti de o kadar geri götürebiliriz. Eğer teknolojiyi taş devrine kadar geriletebilirsek, ortada medeniyet kalmaz.

# # #

Bana atfedilen eylemler ile ilgili şöyle soruyorsun: “Sonuçta şiddet şiddet değil midir?” Elbette şiddet şiddettir. Ve aynı zamanda şiddet doğanın gerekli bir parçasıdır. Eğer avcılar, avladıkları türleri öldürmezlerse, bu türler yenilebilecek her şeyi tüketecek kadar çoğalarak çevrelerini mahvederler. Birçok hayvan kendi türünün üyelerine dahi şiddet uygular. Mesela şempanzeler sıklıkla diğer şempanzeleri öldürür. Bazı bölgelerde vahşi ayılar arasındaki kavgalar çok yaygındır ve ölümcül sonuçlara sebep olabilir.[1]

İnsanlar vahşi doğada yaşayan en şedit türlerden birisidir. Avcı-toplayıcı halklar ile ilgili güzel bir genel inceleme Carleton S. Coon’un The Hunting Peoples kitabıdır. Bu kitapta, avcı-toplayıcı toplumlarda insanların diğer insanlara uyguladığı şiddetin bir çok örneği bulanmaktadır. Profesör Coon (XIX, 3, 4, 9, 10. sayfalarda), avcı-toplayıcı halkları taktir ettiğini ve onları medeni toplumlardan daha şanslı addettiğini açık bir şekilde ortaya koyuyor.[2] Fakat kendisi dürüst bir insan ve şiddet gibi ilkel yaşamın modern insana çirkin gelebilecek yönlerini sansürlemiyor. Sonuç olarak hatırı sayılır oranda bir şiddetin insan yaşamının doğal bir parçası olduğu açıktır. Şiddetin kendisi ile ilgili yanlış bir şey yoktur. Şiddetin iyi ya da kötü olması, her özel durumda, nasıl ve ne için kullanıldığına bağlıdır. Peki neden modern insanlar şiddetin kendisini kötü olarak görüyorlar? Bunu yalnızca tek bir sebepten yapıyorlar: Çünkü propaganda ile beyinleri yıkanmış durumda. Modern toplum insanların şiddetten korkması ve dehşete düşmesi için çeşitli propaganda biçimlerini kullanmaktadır. Çünkü tekno-endüstriyel sistem uysal, laf dinleyen ve kendini savunmayan, olay çıkarmayacak ve sistemin işleyişini bozmayacak bir nüfusa ihtiyaç duyar. İnsanlar, şiddetin yanlış olduğu ile ilgili hangi felsefi ya da ahlaki rasyonalizasyonlara başvurursa başvursunlar, bu inancın gerçek sebebi sistemin propagandasını bilinçaltlarında içselleştirmiş olmalarıdır.

İktidar son kertede fiziksel güce dayanır. İnsanlara şiddetin kötü olduğunu öğreterek (tabii ki, sistemin kendisi polis ya da asker yolu ile şiddet kullanmaya devam eder) sistem fiziksel güç üzerindeki tekelini korur ve tüm iktidarı kendi ellerinde bulundurur.

# # #

Burada bahsettiğim tüm insanlar tek bir harekete mensupturlar. (Bunlara “YA [Yeşil Anarşist] Hareketi” adını verelim.) Tabii ki bu insanlar medeniyete ve onu ayakta tutan teknolojiye karşı oldukları müddetçe haklıdırlar. Fakat bu hareket aldığı biçim sebebiyle aslında tekno-endüstriyel sistemi koruyucu bir rol üstlenebilir ve devrime bir engel teşkil edebilir. Açıklayayım:

İsyanı doğrudan güç uygulayarak temelli olarak bastırmak zordur. İsyan güç ile bastırıldığında, genelde, otoritelerin kontrol etmekte daha fazla zorlandıkları bir biçimde tekrar ortaya çıkar. Örneğin 1878’de Alman Meclisi, Sosyal-Demokratlara karşı sert ve baskıcı yasalar çıkarmıştır ve bunun sonucunda hareket bastırılmıştır. Ve hareketin üyeleri dağılmış, kafaları karışmış ve cesaretleri kırılmıştır. Fakat bu çok kısa bir zaman sürmüştür. Hareket sonradan tekrar kendini toplamış, daha enerjik hale gelmiş ve fikirlerini yaymanın yeni yollarını bulmuştur. Böylece 1884 yılında her zaman olduğundan daha güçlü hale gelmiştir.[3]

İnsan ilişkilerinin zeki gözlemcileri, güce sahip sınıfların kendilerini isyana karşı en iyi şekilde yalnızca gerçekten gerekli olduğunda güç ve doğrudan bastırma yöntemlerine başvurarak ve isyankâr duyguları dağıtmak için asıl olarak manipülasyonu kullanarak koruyabileceklerini bilirler. En etkili araçlardan birisi, isyancı hislerin kendilerini sisteme zararlı olmayacak şekillerde ifade etmeleri için kanallar açmaktır. Örneğin Sovyetler Birliği’ndeki mizah gazetesi Krokodil’in, otoritelerin şikayetleri ve rahatsızlıklarını hiç kimsenin Sovyet sisteminin meşruiyetini sorgulamayacak ve ona karşı ciddi bir ayaklanmaya girmeyecek şekilde ifade etmelerinin bir aracı olduğu iyi bilinmektedir. Fakat Batı’nın “demokratik” sistemi isyanı sönümlendirmek için Sovyetler Birliği’nde olduğundan çok daha etkili ve sofistike mekanizmalar geliştirmiştir. Batı toplumunun gerçekten olağanüstü bir özelliği, insanların, kendisine karşı isyan ettikleri sistemin değerlerini savunmak için “isyan” etmeleridir. Irksal ve dini eşitlik, kadınların ve homoseksüellerin eşit olması, hayvanlara insani bir şekilde davranılması gibi solcu “isyanlar”. Fakat bu değerler Amerikan kitle medyasının bize her gün tekrar tekrar öğrettiği değerlerdir. Solcuların beyinleri medya propagandası tarafından öylesine yıkanmıştır ki, ancak tekno-endüstriyel sistemin kendi değerleri olan bu değerler uğrana “isyan” edebilirler. Bu yolla sistem, solun isyankâr dürtülerini sisteme zararsız olan kanallara yönlendirmekte başarılı olmuştur.[4]

Teknoloji ve medeniyete karşı isyan etmek gerçek bir isyandır ve mevcut sistemin değerlerine karşı gerçek bir saldırıdır. Fakat yeşil anarşistler, anarko-primitivistler ve benzerleri (“YA Hareketi”) öylesine yoğun bir şekilde solun etkisi altına girmişlerdir ki, medeniyete karşı olan isyanları büyük oranda etkisiz hale getirilmiştir. Medeniyetin değerlerine karşı isyan edeceklerine, medeniyetin birçok değerini kendileri benimsemişler ve ilkel toplumlar ile ilgili, medeniyetin bu değerlerinden oluşan hayali bir resim oluşturmuşlardır.

# # #

[M.K.’ya yazılan mektup bu noktada anarko-primitivist efsaneyi teşhir eden uzun bir bölüm içeriyor. Bu bölüm, “İlkel Yaşam Hakkındaki Gerçek” makalesinde söylenenleri büyük ölçüde tekrar ettiği için bu yazıya dahil edilmemiştir.]

# # #

Avcı-toplayıcı yaşam tarzının modern hayat tarzından daha kötü olduğunu söylemeye çalışmıyorum. Tam tersine, karşılaştırılamayacak derecede daha iyi olduğunu düşünüyorum. Avcı-toplayıcı toplumları inceleyen çoğu araştırmacı onlara yönelik duyduğu saygıyı, taktiri ve hatta onları kıskandıklarını ifade etmişlerdir.

Fakat ilkel yaşamın medeni yaşamdan daha iyi olmasının cinsiyet eşitliği ile, hayvanlara kibar davranmakla, rekabetin ya da şiddetin yokluğu ile alakası yoktur. Bu değerler modern medeniyetin yumuşak değerleridir. Bu değerleri avcı-toplayıcı toplumlara yansıtarak YA Hareketi gerçekte hiç var olmamış bir ilkel ütopya yaratmıştır. Yani, YA Hareketi medeniyeti ve moderniteyi reddettiğini söylese de, modern toplumun en önemli bazı değerlerine köle gibi bağlı kalmaktadır. Bu sebeple, YA Hareketi etkili bir devrimci hareket olamaz.

İlk olarak, YA Hareketinin enerjisinin bir bölümü gerçek devrimci hedeften –modern teknolojinin ve genel olarak medeniyetin yıkılması– başka yerlere kaymıştır: Irkçılık, cinsiyetçilik, hayvan hakları, gay hakları ve benzerleri gibi sözde devrimci hedefler. İkinci olarak, bu sözde devrimci meselelere bağlılığından dolayı YA Hareketi birçok solcuyu kendine çekebilir —modern toplumun ortadan kaldırılmasına duydukları ilgi ırkçılık, cinsiyetçilik gibi meselelere duydukları ilgiden daha az olan insanlar. Bu, hareketin enerjisinin, teknoloji ve medeniyetten ziyade başka meseleler üzerine yoğunlaşmasına sebep olacaktır. Üçüncü olarak; kadınların, homoseksüellerin, hayvanların ve benzerlerinin haklarının güvence altına alınması hedefi medeniyetin ortadan kaldırılması hedefiyle uyumsuzdur. Çünkü kadınlar ve homoseksüeller ilkel toplumda genellikle eşitliğe sahip değillerdir ve ilkel toplumlar çoğu durumda hayvanlara karşı acımasızdır.[5] Eğer birisinin hedefi bu grupların haklarını güvence altına almaksa, bu durumda izlenecek en iyi politika modern medeniyete bağlı kalmaktır. Dördüncü olarak, YA Hareketi’nin modern medeniyetin yumuşak değerlerinden birçoğuna sahip çıkması ve yumuşak bir ilkel ütopya yaratması, tekno-endüstriyel sistemden kurtulmak için gerçekçi ve etkili eylemlerde bulunmak yerine ütopik fantezilere çekilmeye daha fazla meyilli olan çok sayıda yumuşak, hayalci ve pratik olmayan insanı bünyesine çekmesine sebep olmaktadır.

YA Hareketi yalnızca faydasız olmakla kalmaz, faydasızdan daha kötüsüdür; çünkü etkili bir devrimci hareketin ortaya çıkmasında bir engel teşkil edebilir. Teknoloji ve medeniyete karşı olmak YA Hareketinin programının önemli bir parçası olduğundan, teknolojik medeniyetin dünyaya yaptıklarından rahatsız olan genç insanlar bu harekete yönelmektedirler. Tabii ki, bu gençlerin hepsi solcu ya da yumuşak, hayalci ve etkisiz tipler değildir. Bazıları gerçek devrimci olacak potansiyele sahiptir. Fakat YA Hareketinin içerisinde solcular ve diğer işi yaramaz insanlar onlardan çok daha kalabalıktır; bu sebeple etkisiz hale getirilirler, yozlaştırılırlar ve devrimci potansiyelleri heba olur. Bu bağlamda, YA Hareketi’nin potansiyel devrimcileri yok ettiği söylenebilir.

Kendisini YA Hareketi’nden ve onun yumuşak, medeni değerlerinden tamamen bağımsız tutacak yeni bir devrimci hareketin kurulması gerekli olacaktır. Cinsiyet eşitliği, hayvanlara iyi davranmak, homoseksüellere hoşgörü göstermek ya da buna benzer şeylerin yanlış olduğunu söylemek istemiyorum. Fakat bu değerlerin teknolojik medeniyeti ortadan kaldırma çabası ile hiçbir alakaları yoktur. Bunlar devrimci değerler değildir. Etkili bir devrimci hareket bunun yerine ilkel toplumların yetenek, kişisel disiplin, dürüstlük, fiziksel ve ruhsal dayanıklılık, dışarıdan dayatılan kısıtlamalara karşı toleranssızlık, fiziksel acıya dayanabilme kapasitesi ve en önemlisi cesaret gibi sert değerlerini benimsemelidir.

Notlar

[1] Bears and Other Top Predators dergisinin birinci cildi, ikinci sayısının 28-29. sayfalarında kavga eden ayıların ve bir kavgada yaralanmış bir ayının fotoğrafını veriyor ve bu tarz yaraların ölümcül olabileceğini söylüyor. Ayrıca İlkel Yaşam Hakkındaki Gerçek makalesinin altıncı bölümüne bakınız.

[2] Carlton S. Coon, The Hunting Peoples, Little, Brown and Company, Boston, 1971, muhtelif yerler.

[3] G. A. Zimmermann, Das Neunzehte Jahrhundert, Zweite Hälfte, Zweiter Teil, Druck und Verlag von Geo. Brumder, Milwaukee, 1902, syf. 23.

            [4] Bakınız: Kaczynski, “The System’s Neatest Trick,” Technological Slavery, Fitch & Madison Publishers, 2019

           [5] Bakınız: İlkel Yaşam Hakkındaki Gerçek, Bölüm 8.

___________________________________________________________________________________

Karaçam

karapinusnigra@gmail.com

A.O.’ya Yazılan Mektuptan Alıntılar – Theodore John Kaczynski

 


Çeviren: Karaçam (Ocak 2021)

vahsikaracam.blogspot.com

karapinusnigra@gmail.com



Çeviriye Esas Alınan Metin: Technological Slavery, Fitch & Madison Publishers, 2019

Extract from a Letter to A.O. (sayfa: 239-244)




Şöyle yazıyorsun: “Meksika’nın bazı ilkel insanları dahi modern toplumun değerlerini kabul etmektedir (televizyon yüzünden). Onları ormana ne döndürebilir?”

Onları “ormana döndürecek şey,” dünyanın endüstri merkezlerinin çalışmasını durdurmasıdır. TV istasyonları yayın yapmayı durdurursa, Meksikalı Yerliler televizyonlarını kullanamazlar. Motorlu taşıtlarını ya da içten yanmalı motorla çalışan herhangi bir aleti, rafineriler yakıt üretmeyi durdurursa kullanamazlar. Eğer elektrik santralleri elektrik üretmiyorsa, elektrik ile çalışan herhangi bir aleti kullanamazlar. Ya da Yerliler küçük, lokal, su ile çalışan güç üreticilerine bel bağlasalar dahi, bu üreticilerin parçaları eskiyip fabrikalarda üretilen parçalar ile değiştirilemez olunca bunlar da kullanılamaz olur. Mesela Meksika Yerlileri bir ampul yapabilir mi? Bence bu imkansızdır; imkansız olmasa dahi, bu o kadar zor bir şeydir ki, bu kadar uğraşmaya değmez. Yani dünyanın endüstri merkezlerinin çalışması durduğunda, Meksika Yerlilerinin basit, endüstri öncesi metotlara dönmekten başka bir çareleri kalmayacaktır.

Fakat TV istasyonlarını yayın yapmaktan, enerji santrallerini enerji üretmekten, rafineleri yakıt üretmekten ve fabrikaları yedek parça üretmekten ne alıkoyabilir? Eğer enerji santralleri elektrik üretmeyi bırakırsa, bu durumda TV istasyonları yayın yapamaz, rafineriler yakıt üretemez ve fabrikalar yedek parça üretemez. Eğer rafineler yakıt üretmeyi bırakırsa, insanların ve malzemelerin bir yerden bir yere taşınması da sona erer ve böylece fabrikalar bir şey üretemez. Eğer fabrikalar üretimi durdurursa, TV istasyonlarını, enerji santrallerini ve petrol rafinelerini işler tutacak yedek parçalar olmaz. Üstelik, her fabrika, çalışabilmek için diğer fabrikaların ürettiği şeylere ihtiyaç duyar.

Dolayısıyla modern endüstriyel toplum, önemli her bir bileşeninin diğerine bağlı olduğu karmaşık bir organizmaya benzetilebilir. Eğer sistemin önemli bileşenlerinden bir tanesinin çalışması durursa, tüm sistemin çalışması durur. Ya da hatta sistemin parçaları arasındaki hassas ve karmaşık ilişkiler ciddi bir biçimde zarar görürse, sistem işlemez hale gelir. Sonuç olarak, diğer tüm karmaşık organizmalar gibi, modern endüstriyel sistemi öldürmek basit bir organizmayı öldürmeye göre çok daha kolaydır.[1] Bir insanı bir hidra ile karşılaştır: Bir hidrayı birçok parçaya bölebilirsin ve her parça başka bir hidraya dönüşür. Fakat bir insan; kafasına yönelik bir darbe, kalbine ya da böbreğine yönelik bir bıçak darbesi ya da büyük bir atar damarın kesilmesi ile öldürülebilir—hatta majör depresyon gibi psikolojik bir durum daha bir insanı öldürebilir. Endüstriyel sistem de tıpkı bir insan gibi, karmaşıklığı ve bileşenlerinin birbirine olan bağlılığı sebebi ile savunmasızdır. Ve sistem daha fazla tek, yüksek bir biçimde organize olmuş dünya çapında bir organizmaya dönüştükçe, savunmasızlığı artmaktadır.

Dolayısı ile Meksika Yerlileri’nin moderniteyi bırakmalarını sağlayacak nedir sorusunun cevabı şudur: Endüstriyel sistemin ölümü. Devrimci eylemin endüstriyel sistemi öldürmesi mümkün müdür? Tabii ki bu sorunun cevabını kesin bir şekilde veremem, fakat endüstriyel sistemi öldürmenin mümkün olabileceğini düşünüyorum. 1917 Rus Devrimi’ne giden hareketin ve özellikle Bolşevikler’in, bugün gerekli olan eyleme örnek teşkil edebileceğini düşünüyorum. Yalnız birisinin Bolşeviklere bakıp şöyle demesi gerektiğini söylemiyorum: “Bolşevikler şunları şunları yaptı biz de o zaman aynısını yapmalıyız.” Söylemek istediğim şey, Rus örneğinin devrimci bir hareketin günümüzde başarabileceklerinin bir örneği olmasıdır.

Bolşevik Parti 1917’ye kadar olan tarihi boyunca Rus toplumunda marjinal kalmıştır. Fakat kriz zamanı geldiğinde Bolşevikler ülkenin kontrolünü ele geçirmeye muvaffak olmuşlardır ve milyonlarca Rus’u kahramanca çabalara ikna ederek, muazzam zorluklara rağmen başarı kazanmaya muvaffak olmuşlardır.

Rus Devrimi elbette bir başarısızlık olarak addedilir, çünkü Bolşeviklerin hayal ettiği ideal sosyalist topluma hiçbir zaman ulaşılamamıştır. Devrimler hiçbir zaman düşledikleri toplumsal düzeni kurmakta başarılı olamamışlardır. Fakat yıkmak genelde inşa etmekten kolaydır ve devrimler genelde karşı oldukları toplumsal düzenleri yıkmakta başarılı olmuşlardır. Eğer devrimciler bugün yeni ve daha iyi bir toplum inşa etmenin olasılıkları ile ilgili tüm illüzyonlarından kurtulup, yalnızca endüstriyel toplumun ölümünü bir hedef olarak seçerlerse bu hedefe ulaşmak konusunda başarılı olabilirler.

Not

[1] Endüstriyel toplumun bir insan ya da hidra gibi gerçek anlamda bir organizma olduğunu söylemiyorum. Fakat organizma ile ilgili analoji bazı amaçlar için öğreticidir.

_______________________________________________________

Karaçam

karapinusnigra@gmail.com



 

F.C.’den Scientific American’a Mektup - Theodore John Kaczynski

 

F.C.’den Scientific American’a Mektup[1]

Theodore John Kaczynski



Çeviren: Karaçam (Ocak 2021)

vahsikaracam.blogspot.com

karapinusnigra@gmail.com



Çeviriye Esas Alınan Metin: Technological Slavery, Fitch & Madison Publishers, 2019

Letter to Scientific American (sayfa: 15-20)



Russell Ruthen’ın “Strange Matters: Can Advanced Accelerators Initiate Runaway Reactions?” makalesi bağlamında yazıyoruz. (Science and the Citizen, Scientific American, August, 1993.)

Fizikçilerin, parçacık hızlandırıcı ile ilgili deneylerin dünyayı yutabilecek bir felakete yol açabileceği ile ilgili endişelerini kapalı kapılar ardında tuttuğu anlaşılıyor. Bu, kamuoyunu etkileyebilecek riskleri rutin olarak alan bilim adamlarının küstahlığının iyi bir örneğidir. Kamuoyu genellikle bu tarz risklerin alındığının bilincinde değildir. Ve bilim adamları, risklerin söz konusu olabileceğini kendilerine dahi itiraf etmezler. Çoğu bilim adamının işlerine yönelik derin duygusal bağları vardır ve işlerinin olumsuz yönleri ile ilgili tarafsız olabilecek bir pozisyonda değillerdir.

Parçacık hızlandırıcı deneylerinin tehlikeleri ile ilgili çok büyük bir endişe duymuyoruz. Fizikçiler birer aptal olmadıklarına göre riskin küçük olduğunu varsayıyoruz. (Yine de muhtemelen fizikçilerin iddia ettiği kadar küçük değildir.)[2] Bilim adamları ve mühendisler insan refahı ile sürekli olarak kumar oynarlar ve günümüzde kaybettikleri kumarların sonuçlarını görüyoruz: Ozon tabakasının yok olması; sera gazı etkisi; maruz kalmaktan kurtulamayacağımız kanser yapıcı maddeler; nasıl halledileceği ile ilgili bir metot geliştirilmemiş olan ve birikmeye devam eden nükleer atıklar; sanayileşme ile birlikte gelen kalabalık, gürültü ve kirlilik; türlerin çok hızlı bir şekilde soylarının tükenmesi ve benzerleri. Peki ya genetik mühendisliğinin gelecekteki sonuçları ne olacak? (Eğer gerçekleşirse) süper zekaya sahip bilgisayarların ortaya çıkması? İnsan beyninin sırrının çözülmesi ve kaçınılmaz olarak bunu takip edecek olan onu “geliştirme” isteği? Hiç kimse bilmiyor.

Bilimsel gelişmelerin olumsuz fiziksel sonuçlarının genellikle tamamen tahmin edilemez olduklarını söylüyoruz. (Muhtemelen tarım ilaçlarını geliştiren kimyagerlerin aklına bunların insanlarda hastalıklara yol açacağı ihtimali gelmemiştir.) Fakat öngörülmesi çok daha zor olan şey, teknolojik gelişmenin olumsuz toplumsal sonuçlarıdır. Sanayi devrimini başlatan mühendisler, yaptıkları şeylerin sanayi proletaryasını[3] oluşturacağını ya da ekonomik patlama ve çökme döngüsünü yaratacağını öngörmemişlerdir. Daha akıllı olanları sanayi toplumu ile temasın dünyanın diğer yerlerindeki kültürleri tahrip edeceğini tahmin etmiş olabilirler, fakat bu kültürlerin maruz kalacağı zararın boyutunu hayal edememişlerdir. Ne de teknolojik gelişmelerin Batı’nın kendisinde çok çeşitli toplumsal ve psikolojik problemler yaratacağını fark etmişlerdir.

Her büyük teknik gelişme aynı zamanda toplumsal bir deneydir. Bu deneyler kamuoyu üzerinde, bilim adamları ve onların araştırmalarının parasını karşılayan şirketler ve hükûmetler tarafından gerçekleştirilir. Elit gruplar, teknolojik gelişmenin getirdiği tatmin, heyecan ve güç duygusunu yaşarken, ortalama insana bu toplumsal deneylerin sonuçları ile yüzleşmek kalır. Ortalama yaşam süresi arttığı için, fiziksel anlamda sonuçların olumlu olduğu iddia edilebilir. Fakat risklerin kabul edilebilirliği yalnızca istatistiklere dayanılarak değerlendirilemez. “İnsanlar aynı zamanda tehlikenin ne kadar eşit bir şekilde dağıldığı, bireylerin maruz kalma oranlarını kontrol edip edemediği ve riskin gönüllü olarak alınıp alınmadığına bağlı olarak da riskleri değerlendirir.” (M. Granger Morgan, “Risk Analysis and Management,” Scientific American, July, 1993, syf. 35.) Teknolojik gelişmeyi yaratan elit gruplar sürecin kontrolünü paylaşırlar ve riskleri gönüllü olarak alırlar, fakat ortalama birey zorunlu olarak pasif bir konumdadır ve gönülsüz olarak bunlara maruz kalmaktadır. Üstelik gelecek bir zamanda nüfus patlamasının, çevresel bir felaketin ya da problemleri gitgide artan toplumsal bir yapının, ortalama ömrün ani ve büyük bir düşüşüne yol açması ihtimal dahilindedir.

Fiziksel sonuçlar ile ilgili durum ne olursa olsun, teknolojik gelişmenin toplumsal sonuçlarını bir hayli olumsuz olarak değerlendirmek için çok iyi sebepler mevcuttur. Bu durum, New York Times’a göndermekte olduğumuz bir yazıda uzunca tartışılmaktadır.[4]

Sanayi Devrimi’ni başlatan mühendisler olumsuz sonuçları öngöremedikleri için affedilebilirler. Fakat teknolojik gelişmenin günümüzde yol açtığı zararlar yeteri kadar göz önündedir, dolayısı ile bu gelişmeyi körüklemeye devam etmek bir hayli sorumsuzcadır.

Notlar

[1] Bu basımda metinde küçük değişiklikler yapılmıştır.

[2] Bakınız: Kolbert, Elizabeth, “Crash Course: Can a seventeen-mile-long collider unlock the universe?,” The New Yorker, May 14, 2007, pp. 69-70.

[3] Ancak Thomas Jefferson ve James Madison, sanayi proletaryasının oluşmasını öngörmüş olabilirler. Jefferson, “fabrika işçilerinin bir gün hükumetleri sarsacağını” tahmin etmiştir. Bakınız: Randall, Willard Sterne, Thomas Jefferson: A Life, Harper Collins, New York, p. 417. Madison, “insanların çoğunluğunun mülke sahip olmayacağı bir gelecek öngörmüştür.” “Büyük kapitalistleri ve onlar için çalışan kalabalıkları” düşünüyordu ve mülksüz işçilerin bir gün birleşip “mülkiyet haklarını ve kamu özgürlüğünü” tehdit edebileceklerinden bahsediyordu. Bakınız: Haraszti, Zoltán, John Adams & the Prophets of Progress, The Universal Library, 1964, p. 32. Marx ve Lenin bu düşüncelere büyük bir şevkle katılırlardı.

[4] Bu, Sanayi Toplumu ve Geleceği idi.

 _______________________________________________________

Karaçam

karapinusnigra@gmail.com